19 Kasım 2012 Pazartesi

Her Yerde Kar Var

İki haftadır kar yağıyor, hem de sektirmeden her gün. Uzun lafın kısası, kar mevsimi açıldı. Öyle kısa falan da değil, dolu dolu altı buçuk ay. Kasım başında başladı. Mayıs ortasına kadar devam edebileceği ise, tarihsel tekerrürlerden kaynaklanan, yerel halkın çeşitli açıklamalarına dayanıyor. Ekim'de de yağdı ama saymıyoruz onu, zira tutmamıştı.

Genelde tipi tarzı büyük yağışlar, geceleri yaşanıyor, bazen de akşamları. Böyle dediğime bakmayın, sabahları da yağıyor ara sıra. Sanırım durup durup, kar yağıyor demek daha uygun olacak gibi.

İnsanlığın karla mücadelesi de, apayrı bir konuymuş meğerse. Sitedeki bir görevli, her gün, saat 07:30 gibi başlıyor karları küremeye. Sitenin içindeki yol ve kaldırımlardaki karları alıp, bahar aylarında çimlendirilen alana atıyor. Gün bitiyor, karlar bitmiyor bir türlü. Hah adamcağız azıcık kolayladı derken, hop bir daha başlıyor yağmaya. O hiç temizlememiş gibi, her yer yine alabildiğine bembeyaz oluveriyor birden. Her gün devam eden bir ritim. Ne kar duruyor, ne de adamcık. Bir Ekaterinburg rutini..

Geçen sene, Şubat ortasında, Ekaterinburg'a ilk geldiğimde, her yerde kar vardı haliyle. Etrafta tek bir kardan adam görememiştim. Kartopu oynayan da yoktu hiç. Biraz tuhaf gelmişti açıkçası. Bu kadar çok kar içinde, sürüsüne bereket kardan adam yapma isteğim ve sokaklarda koşturarak kartopu oynama ihtiyacımı, kendi kar görgüsüzlüğüme bağlayıp, çaresiz, terbiyeli terbiyeli oturmuştum ben de.

Bizde kar yağar yağmaz, çeşitli boyda kardan adamlar yapılmaz mı hemen? Yerlerde yeterince kar yoksa bile, arabaların üzerinden toplamak suretiyle, ilk fırsatta kar topu oynanmaz mı? Karın yarattığı eğlence ve güzelliğin fotoğrafları çekilmez mi? Bizde olayı bu değil midir karın? En azından, bende durum böyle kodlanmış. Rusya'daki kod farklı herhalde diye düşünüyordum. Ta ki, iki hafta önce ilk kar yağdığında, sitenin bir ucunda duran kardan adamı farkedinceye kadar. Yapılırken görmedim ancak, kendisi halen duruyor sitenin bahçesinde gururla. Kartopu oynayan birkaç insan da gördüm geçen hafta. Demek bizde bir anormallik yok, kodlarımız çok da farklı değil. 

Sonradan düşündüm, bizde bir hafta, bilemedin on gün sürüyor kar mevzusu. Haliyle herkes, hazır bulmuşken, ne kartopu oynamayı, ne de kardan adam yapmayı hiç ertelemiyor. Her an eriyebilir zira. Burada öyle mi? Aksine kar yağışı da, kardan adamlar da evladiyelik. Bir müddet sonra, kardan da, ne kadar sempatik olsalar, kardan adamlardan da, fenalık geliyor herhalde. İlk seferde ilgili geleneği gerçekleştirdikten sonra, olayı akışına bıraktıklarını düşünüyorum şu an. Bu konuyu araştırmayı ise, sosyal antropolog ve etnologlara bırakarak, kendimi, karın keyfini çıkarmaya odaklıyorum. Kardan bu kadar çok bahsedince, insanın gerçekten sıcacık bir çaya ihtiyacı oluyor...




13 Kasım 2012 Salı

Zamansız Bir Masal

Bir varmış, bir yokmuş. Tanrı'nın akıllı ve deli kulları çokmuş, ama bizlerden delisi hiç yokmuş. O zamanlar, bir şey için çok demesi iyi değilmiş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, güzel ülkelerin birinde, kendi halinde, iyi niyetli bir kız yaşarmış. İsmi Mira olan bu kız için, evi, ailesi, dostları ve arkadaşları pek değerliymiş. Onları, her şeyin üzerinde tutarmış. Tabii bir de üzüm bağlarını...

Üzüm yetiştiriciliği ile uğraşan Mira, ülkenin en güzel üzümlerini yetiştirmesiyle ünlüymüş. Onun üzümleriyle yapılan şaraplar, şıralar ve pekmezlerin tadına doyum olmaz, üzümlerini bir kez tadan, bir daha başka üzüm yiyemezmiş. Alıcılar kuyrukta beklermiş. Tüm gününü bağlarda geçirmesi, ününün tesadüfi olmaması ile açıklanırmış. Akşamları ise, üzümlerinin daha iyi olması için, yeni ve farklı yollar bulmak için, sabaha kadar uğraşır, didinirmiş.

Masal bu ya, günlerden bir gün, Mira'nın yolu, iyi bir insan kılığına girmiş, aslında karanlık bir kişiliği olan, Cabir ile kesişmiş. Cabir, kendi üretmediği halde, üretken insanları kullanarak, kendine ün yapmış bir oyunbazmış. Masalımıza da, Mira'nın yetiştirdiği üzümleri almak için, sıraya giren alıcılardan biri olarak girmiş. Mira, herkesi kendi gibi sandığı için, Cabir'den bir an bile şüphe duymamış. Cabir, zaman içinde, Mira ile çeşitli vesileler ile yakınlık kurup, iyi niyetli ve düzgün bir insan olduğuna dair, zaten olmayan bir şüphenin, hiç oluşmaması için tüm önlemlerini almış. Mira, herkese inanmaya dünden razı olduğu için, Cabir'in karanlık yönlerini farketmemiş ve onu bir arkadaşı olarak görmeye başlamış.

Zaman içinde yolları ayrılan ve tekrar birleşen Mira ve Cabir, aslında çok farklı karakterlere sahip  olmalarına karşın, Mira bu farklılıkları hiç görmemiş, belki de görmek istememiş. Cabir'in asıl isteği ise, Mira'yı devre dışı bırakıp, onun gözü gibi baktığı bağlarına sahip olmakmış. Hain planlarını uygulamak için yepyeni yöntemler bulmakla uğraşan Cabir, günün birinde, Mira'nın bağlarında çalışan Nevred ile birlik olmanın kendisi için büyük avantaj yaratacağını farketmiş. Nevred ve Cabir başbaşa verip, Mira'nın üzüm bağlarını bozmak için çeşitli oyunlar yapmışlar. Bağlara böcekler salmışlar, üzümleri yakan ilaçlar atmışlar. Planları uzun zaman alsa da, başarılı olmuş. Mira, ne yaparsa yapsın, üzümleri artık eskisi kadar güzel değilmiş, alıcılar kapının önünde kuyruk olmayı bırakalı çok olmuş. Bağlarını kurtarmak için delicesine gayret gösteren Mira da, hüsran ve umutsuzluk içinde, bozulan üzümlerini satmak için, farklı alıcılar bulmaya yeltenmemiş. Büyük bir borç batağına doğru hızla sürüklenen Mira'nın imdadına, tabii ki hemen Cabir yetişmiş. Bağlarını alıp, onu bu borçlardan kurtaracağının müjdesini vermiş. Mira, Cabir'e bağlarının bozulduğunu ve türlü yöntemler denediği halde, üzümlerini eski haline döndüremediğini söylese de, Cabir bağları satın almaya kararlıymış. Mira, gönülsüz ama mecbur, iyi bir arkadaşı zannettiği bu adama bağlarını satmaya karar vermiş. Satmış ta. Neden sonra, arkadaşları zannettiği, Nevred ve Cabir'in birlik olup, yaptıklarını öğrenmiş ama ne fayda. Olan olmuş bir kere.

Üzüntü, kırgınlık ve aldatılmışlık hisleriyle boğuşan Mira, uzun ve kara günler geçirmiş. Nevred ve Cabir'i, bir zamanlar kendisinin olan üzüm bağlarında dolaşırken seyretmiş. Üzümler yavaş yavaş iyileşirken, Mira ise, içten içe, günbegün erimeye devam etmiş. Ancak, Nevred ve Cabir, tüm uğraşlarına rağmen, üzümleri hiçbir zaman, Mira'nın o dillere destan eski üzümlerinin haline döndürememişler. Bu ikisinin Mira'ya oynadıkları oyunlar duyulunca, zaten birkaç tane kalan alıcılar da, zamanla tamamen ellerini ayaklarını çekmişler. Cabir de, en sonunda Mira'nın durumuna düşüp, bağları bir başkasına satmak zorunda kalmış. Nevred ise, bağların yeni sahibiyle anlaşamadığı için, işinden olmuş. Kısacası, bağlar kimseye yar olmamış ve artık o güzel üzümler bir daha hiç yetişememiş.

Siz siz olun, hain planlarınızla kimsenin canını yakmayın. Er yada geç, aynı şeyler, hatta belki daha da fazlası sizin yakanıza yapışır. Mevlana demiş ki; " Bir gönlü mü kırdın, ağlamalısın. Hele özür dilemesini bilmiyorsan, senden dost olmaz, senden yaren olmaz. Ya kırdığın, incittiğin gönlü Allah seviyorsa, Resulullah seviyorsa, hatta arz-ü sema dahi seviyorsa. Nereden bileceksin, bilmiyorsun. Bilseydin ödün kopardı dokunmaktan.."

Yağmur yağdı, gün açtı. Gökten üç elma düştü. Biri masalı anlatana, biri masalı dinleyenlere, diğeri de dünyadaki tüm Mira'lara gelsin..