Aylardan Mart, mevsimlerden kış, yağışlardan kar. Bu sene, Ocak aylarında İstanbul'da başlayan kar maceralarım, tahmin edersiniz, Ekaterinburg'da, hızına hız, gücüne güç kattı. Her gün kar yağıyor. Allah'a bin şükür, kar, buz hususunda hiç bir eksiğimiz, sıkıntımız yok. Karda yürümeye alıştım ama buz büyük bir sorun. Öğle vakitlerinde, güneş yüzünü gösterince, sıcaklık 2 derecelere kadar çıkıyor. Bizde olsa olsa, sıcaklık 2 dereceye iner, ancak burada 2 derece demek, sıcaklığın yükselmesi ve güzel bir gün demek. İnsan herşeye alışıyor işte, sıcaklığın 2 dereceye çıkmasına bile. Neyse konumuza dönelim, sıcaklık artınca (!), yol ve kaldırımdaki karlar erimeye başlıyorlar. Akşam ısı, -11 ila -23 civarlarına hızla düşünce, bu sefer, eriyen karlar ve apartmanların tahliye borularından sokağa akan sular, bir anda buz tabakası olmaya başlıyorlar. Özetle, gün içinde yollar tam bir bubi tuzağı. Macera dolu, her an herşey olabilir. Nerede kar, nerede buz var, algılamak imkansız hale gelebiliyor zira. Sonuç, buz patenine yeni başlayanların verdiği görüntülere benzer, buza denk gelip, kayan, sık sık dengesini kaybeden ve az olsa da düşen insanlar topluluğu. Ben altı kalın lastikli, kar ayakkabılarımla bile zar zor, yavaş ve dikkatli yürüye, hatta her bir yürüyüşümde muhakkak bir iki düşme tehlikesi atlata durayım; Rus kadınları, hem platformlu, hem de iğne topuklu ayakkabı, bot ve çizmeleriyle sanki dümdüz yolda yürür gibi hızlı hızlı yürüyebiliyorlar. Tüm samimiyetimle bildiriyorum, kesinlikle en derin takdirlerimi toplamış durumdalar. Bildiğiniz gibi değil, çok zor iş, çok...
Geçenlerde buluştuğum Rus arkadaşım L. de, buluşmamıza en topuklu ayakkabılarından biriyle geldiğinden olacak, en sonunda dayanamayıp sordum, karda buzda, bu ayakkabılarla nasıl yürüyorsun diye. Cevabı aynen aktarıyorum; "Yılların tecrübesi". Haklı kızcağız. Mayıs ortasına kadar kar yağan bir ülke. Kar yüzü görmedikleri üç, bilemedin üç buçuk ay. Hep kalın, çirkin botlarla gezecek halleri yok ya. Bir şekilde alışıyorlar düşe kalka, herhalde eninde sonunda. Kadınların güzellikleri için yapamayacağı şey yok biliyorsunuz.
Geçen hafta, bir akşam dışarı çıktığımızda, bir efeliktir tuttu, ben de denedim topuklu ayakkabılarımla yürümeyi. Alt tarafı apartmandan çıkıp, on beş ile yirmi adımda arabaya, gideceğimiz yerde de, en fazla yirmi bilemedin yirmi beş adımda, güvenli ve karsız bir zemine ulaşacaktım. Düşününce çok kolay göründü. Evdeki hesap, çarşıya uymadı klasik. Yürümekten ziyade, buz pateni yaptım diyebiliriz. Neyse ki hiç düşmedim ancak hayatımın en zorlu yürüyüşlerinden birini yaşadım. Bence ilk üçe girer. Tekrar ediyorum, Rus kadınlarını bu konuda çok takdir ediyorum. Buz pateninde çok başarılı olmalarına da şaşmamalı doğrusu Onlar için sokakta yürümek, her gün başka bir antrenman, her gün yeni bir mücadele. Haliyle altın madalya Rusların; Hem teknik hem de artistik performans için 6 tam puan!
28 Mart 2012 Çarşamba
Buz Pateni
26 Mart 2012 Pazartesi
Bir Folklor Sorusu
Ekaterinburg'a geldim geleli, şehrin hemen hemen tüm büyük panolarında, Anadolu Ateşi'nin klasik posteri var. Posterde ne yazdığını anlamak mümkün değil, malum kiril alfabesi. Halen canıma okuyor her yerde, henüz alışamadım. Her neyse, bu ufak sorun bizi durdurmadı tabii, hevesle araştırdık. En sonunda geçen hafta geleceklerini öğrendik. Daha da güzeli, grup, Erdem'in otelinde konakladı. Haliyle bu kadar emek sonrası, gösteriyi kaçırmadık. Salon çok büyük ve doluydu. Vaktin gelmesini beklerken, dans grubunun sorumlusunu gördük ve selamlaştık. Salonun dolu olmasına sevindiğimizi söyledik. Bize davetiyelerin bile satıldığını, birçok kişinin de ayakta izlemek üzere bilet aldığını söyledi. Görseniz sanki biz dans ediyoruz, bir sevindik, bir gururlandık ki sormayın gitsin.
Show başladı, perde açıldı ve çok güzel bir dans gösterisi izledik. En çok Karadeniz, sema gösterisi ve Rusların da folklor kökeninde yer alan Kafkas oyunları alkışlandı. Gösteri bitince, bis yapıldı. Bir minik show daha izleme fırsatımız oldu. Bitince alkışlar susmadı, tempo tutuluyor ve kimse salondan gitmiyordu. Çaresiz açtılar tekrar perdeyi. Dansçılar yerde oturmuş, rahatlama egzersizleri yapıyorlardı, samimi bir ortam yani. Seyircilerden, biri 45 lerinde digeri ise 20 lerinde, iki kadın, sahneye çıkıp, çiçek verdiler baş dansçılara. Ansızın iki kadın birden, Kafkas oynamaya başladılar sahnede. Bir anda müzik verdiler salona ve dansçılar da hemen onlara eşlik ettiler. Çıkan birkaç kişi dışında hepimiz halen salondayız. Başka bir mini show daha izledik keyifle. Kimse salondan gidemiyor. Dansçılar seyircileri, seyirciler da dansçıları alkışlayıp duruyorlar. Baktılar olmuyor, Kafkas gösterisini yapan ekip, teker teker, bir mini show daha yaptılar, ayakta alkış tutup, gitmeme konusunda kararlı olan kalabalığa. Sanırım hem Türk dansçılar, hem de gösteriyi izlemeye gelen Ekaterinburglular için güzel bir gece oldu. Anadolu Ateşi, Ekaterinburg'a ilk kez gelmiş. Bunca alkış kıyametten sonra, ilerde planlayacakları turnelerde, burayı es geçmeyeceklerini düşünüyorum.
Ekaterinburg, Rusya'nın sanayisi ile ön planda olan, üçüncü büyük şehri. Türkiye'nin İzmir'i yani. Sanayi söz konusu olduğu için aslında daha çok İzmit'i veya Bursa'sı diyebiliriz belki de. Şimdi soru şu, Rusya da çok meşhur olan ve Rus folkloru icra eden bir dans grubu, İzmir, Bursa veya İzmit'te gösteri yapsa, olaylar nasıl gerçekleşir, sonuç ne olur? İnanın çok merak ettim. Cidden sizce ne olur?
Show başladı, perde açıldı ve çok güzel bir dans gösterisi izledik. En çok Karadeniz, sema gösterisi ve Rusların da folklor kökeninde yer alan Kafkas oyunları alkışlandı. Gösteri bitince, bis yapıldı. Bir minik show daha izleme fırsatımız oldu. Bitince alkışlar susmadı, tempo tutuluyor ve kimse salondan gitmiyordu. Çaresiz açtılar tekrar perdeyi. Dansçılar yerde oturmuş, rahatlama egzersizleri yapıyorlardı, samimi bir ortam yani. Seyircilerden, biri 45 lerinde digeri ise 20 lerinde, iki kadın, sahneye çıkıp, çiçek verdiler baş dansçılara. Ansızın iki kadın birden, Kafkas oynamaya başladılar sahnede. Bir anda müzik verdiler salona ve dansçılar da hemen onlara eşlik ettiler. Çıkan birkaç kişi dışında hepimiz halen salondayız. Başka bir mini show daha izledik keyifle. Kimse salondan gidemiyor. Dansçılar seyircileri, seyirciler da dansçıları alkışlayıp duruyorlar. Baktılar olmuyor, Kafkas gösterisini yapan ekip, teker teker, bir mini show daha yaptılar, ayakta alkış tutup, gitmeme konusunda kararlı olan kalabalığa. Sanırım hem Türk dansçılar, hem de gösteriyi izlemeye gelen Ekaterinburglular için güzel bir gece oldu. Anadolu Ateşi, Ekaterinburg'a ilk kez gelmiş. Bunca alkış kıyametten sonra, ilerde planlayacakları turnelerde, burayı es geçmeyeceklerini düşünüyorum.
Ekaterinburg, Rusya'nın sanayisi ile ön planda olan, üçüncü büyük şehri. Türkiye'nin İzmir'i yani. Sanayi söz konusu olduğu için aslında daha çok İzmit'i veya Bursa'sı diyebiliriz belki de. Şimdi soru şu, Rusya da çok meşhur olan ve Rus folkloru icra eden bir dans grubu, İzmir, Bursa veya İzmit'te gösteri yapsa, olaylar nasıl gerçekleşir, sonuç ne olur? İnanın çok merak ettim. Cidden sizce ne olur?
20 Mart 2012 Salı
Avrupa-Asya Sınırında Nüfus Oranı Sorunu
Yaklaşık iki hafta önce, ilk Rus arkadaşlarımdan biri olan İ. ve eşi, Erdem ile beni alıp, Ekaterinburg'un Avrupa-Asya sınırına götürdüler. Evet evet yanlış duymadınız, yine de tekrarlıyorum, Avrupa ve Asya sınırı. İlk duyduğumda bende çok şaşırmıştım. Ekaterinburg kadar doğuda bulunan bir şehrin, Avrupa ile ne ilgisi olabilir? Varmış meğer. İsteyince herşey oluyor malum. Bu neden olmasın diye düşünüldü herhalde. Asıl sınır, şehir merkezine yaklaşık bir saat kadar uzaklıkta. Her türlü konfor düşünülerek, turistlerin gitmesi kolay olsun diye, bir tane de şehre yakın "yalancıktan" başka bir sınır bile yapılmış. Biz problem olmasın diye her ikisine de gittik, hepsini gördük, hiçbir şeyden geri kalmadık evvelallah.
Şehre yakın olan Asya-Avrupa sınırında, okul öğrencileri olduğunu sandığım kalabalık, keyifli ve gürültücü bir grup daha vardı bize eşlik eden. Etraf gezildi, söylenenler dinlendi, yazılar incelendi ve fotoğraflar çekildi. Hava güneşli, yerler bol kar, malum çocuklar, ister istemez kendilerini oyuna verdiler. Halat çekme oynarlarken, biz de durup izledik ve hep beraber çocukluğumuza döndük. Kızlar erkeklere karşı. 5 erkek çocuğuna karşın, yaklaşık 15 kız çocuğu. Haliyle gelinen nokta, erkeklerin sürekli yenilmesi ve yenilen pehlivanların mutlaka bir kere de kendilerinin kazanacaklarına olan tam inançları sebebiyle, güreşe doymamaları durumuydu. Bir ara İ.'nin eşi erkek çocuklara destek olmak için, onlarla oynadı bile. Ancak nafile, sonuç hep aynı. Ezici bir sayı üstünlüğe sahip olan kız çocukları, galibiyeti hiç kaptırmadılar.
Erkek çocukların sayısı çok az, enteresan deyince, İ. durumun hep böyle olduğundan bahsetti. Meğer Rusya da, son yıllarda, kadın-erkek oranında ciddi bir problem varmış. Nüfusun % 46,3 ünü teşkil eden erkekler 66,2 milyon iken, % 53,7 sini teşkil eden kadınlar ise 76,7 milyon. Oran ilk başta bana pek fazla gelmemişti ancak ufak bir dört işlem sonrası, kadınların erkeklere göre, 10,5 milyon daha fazla olduğu gerçeği ile karşı karşıya kaldım. Durum bununla da kalmıyor, Rus nüfusu 2000 li yıllara girildiğinden beri hızla düşüyormuş. Şu sıra 142 milyon olan sayının, 2050 de 116 milyonlara düşmesi bekleniyormuş. Bunun sebepleri ise, yüksek düşük oranı, ölümlerin artması ve Rusya'nın az göç almasıymış. Rus devleti, ikinci çocuk için, ailelere 15,500 dolarlık bir teşvik yardımı bile yapıyormuş. Bu teşvikin Türkiye'de verildiğini düşünebiliyor musunuz? Herkes işi gücü bırakıp, çocuk yapmaya koyulur, kesin nüfus patlaması yaşanır. Durdur durdurabilirsen...
Şehre yakın olan Asya-Avrupa sınırında, okul öğrencileri olduğunu sandığım kalabalık, keyifli ve gürültücü bir grup daha vardı bize eşlik eden. Etraf gezildi, söylenenler dinlendi, yazılar incelendi ve fotoğraflar çekildi. Hava güneşli, yerler bol kar, malum çocuklar, ister istemez kendilerini oyuna verdiler. Halat çekme oynarlarken, biz de durup izledik ve hep beraber çocukluğumuza döndük. Kızlar erkeklere karşı. 5 erkek çocuğuna karşın, yaklaşık 15 kız çocuğu. Haliyle gelinen nokta, erkeklerin sürekli yenilmesi ve yenilen pehlivanların mutlaka bir kere de kendilerinin kazanacaklarına olan tam inançları sebebiyle, güreşe doymamaları durumuydu. Bir ara İ.'nin eşi erkek çocuklara destek olmak için, onlarla oynadı bile. Ancak nafile, sonuç hep aynı. Ezici bir sayı üstünlüğe sahip olan kız çocukları, galibiyeti hiç kaptırmadılar.
* Yalancıktan sınır
* Gerçek sınır
18 Mart 2012 Pazar
Tecrübeler ön yargılara karşı
Ruslar hakkında yanlış bilinenlerden en önemlisi, bence kaba oldukları. Aksine, o kadar nazikler, o kadar nazikler ki, bazen can sıkıcı bile olabiliyorlar. Restaurant, market, kuaför, cafe, kısacası her yerde bir ihtimam, bir karşılama, bir uğurlama ki, anlatsam anlatılmaz. Üstüne üstlük samimiler, kimsenin rol yaptığı falan yok. Samimiyetsiz nezaketi nerede görsem tanırım, bu öyle birşey değil. Duru ve içten bir halleri var. Bugün restauranttan çıkarken, yaklaşık 4 garson ve bir hostesle vedalaş vedalaş bir hal olduk. Sadece bugüne özgü değil bu durum, bir klasik, hep aynı hep aynı. Üstelik, bir de yabancı olduğunuzun anlaşılmasıyla, daha da bir sempatik ve cana yakın oluyorlar. Geçen gün market arabasıyla, alışveriş merkezinden dışarı çıkmaya çalışır ve yerde bir sürü engele rast geldiğim için bir türlü çıkamazken, o kadar çok kişi yardım etti ki inanamadım. En çok da market arabasını, önünden tutup çeken, yaklaşık 45 yaşlarındaki kadın beni gerçekten çok şaşırttı. Almak istediğim kremin bir boy büyüğünü alınca, fiyatının çok daha uygun olduğunu anlatmak için canhıraş çaba gösteren eczanedeki kadın, Rusça anlamadığım için bildiği birkaç İngilizce kelimeyi kullanmaya gayret gösteren, olmadı el kol ve fotoğraflarla anlatmaya çalışan garsonlar, sürekli gülümseyen çalışanlar. Kısacası anlat anlat bitmez.
Buradan yola çıkarak, insan ister istemez, ön yargılar hakkında düşünmeye başlıyor. Ön yargılar ne tuhaf ve ne kadar haksız. Hayatında hiçbir Rus ile tanışmamış, oturup bir kahve içmişliği bile olmamış bir insan, bir milletin topyekun kaba olduğuna inanabiliyor. Kabul edelim, tek bir insana karşı ön yargılı olmak bile yanlışken, tüm bir ulusa ön yargıyla yaklaşmak sizce de biraz tuhaf değil mi?
Ön yargıların kökeninde sosyo-kültürel etkiler olduğu bir gerçek. Birden ortaya çıkmıyorlar ya kendi kendilerine. Yaşadığımız çevre, bulunduğumuz toplum ve etrafımızdaki insanlar sayesinde öğreniyoruz ön yargılarımızı. İçinde biraz taraf tutmak var, "biz" ve "onlar" yada "biz" ve "siz". Değiştir değiştirebildiğin kadar. Biraz da dış tehditlerden kendini korumak sanırım. Deneyimleyince zarar görebilirim düşüncesi ile ön yargılara teslim oluvermek daha güvenli geliyor olsa gerek. Oysa, yapılan en büyük yanlışlardan biri onlara saplanıp kalmak. Öyleymiş gibi düşünmek ve öyleymiş gibi hareket etmek. Farzetmek yerine kendi bilgi ve görgümüzü kullansak, biz sorgulasak dünya çok daha güzel bir yer olurdu. Einstein "Çağımızda en küçük bir ön yargıyı yıkmak, atom çekirdeğini parçalamaktan daha zordur" demiş. Ne kadar doğru ve korkarım doğru olduğu kadar da can sıkıcı. Başka birinin fikrini koşulsuz şartsız kabul etmektense, sonunda ne olursa olsun, deneyimlemek çok daha güzel. Aslına bakarsanız insan kendi yaşadıklarından öğreniyor ne öğreniyorsa, özellikle de yaptığı hatalardan. Ön yargıların yerini, tecrübe edilmiş doğru bilgilere bırakma vakti gelmedi mi artık?
Buradan yola çıkarak, insan ister istemez, ön yargılar hakkında düşünmeye başlıyor. Ön yargılar ne tuhaf ve ne kadar haksız. Hayatında hiçbir Rus ile tanışmamış, oturup bir kahve içmişliği bile olmamış bir insan, bir milletin topyekun kaba olduğuna inanabiliyor. Kabul edelim, tek bir insana karşı ön yargılı olmak bile yanlışken, tüm bir ulusa ön yargıyla yaklaşmak sizce de biraz tuhaf değil mi?
Ön yargıların kökeninde sosyo-kültürel etkiler olduğu bir gerçek. Birden ortaya çıkmıyorlar ya kendi kendilerine. Yaşadığımız çevre, bulunduğumuz toplum ve etrafımızdaki insanlar sayesinde öğreniyoruz ön yargılarımızı. İçinde biraz taraf tutmak var, "biz" ve "onlar" yada "biz" ve "siz". Değiştir değiştirebildiğin kadar. Biraz da dış tehditlerden kendini korumak sanırım. Deneyimleyince zarar görebilirim düşüncesi ile ön yargılara teslim oluvermek daha güvenli geliyor olsa gerek. Oysa, yapılan en büyük yanlışlardan biri onlara saplanıp kalmak. Öyleymiş gibi düşünmek ve öyleymiş gibi hareket etmek. Farzetmek yerine kendi bilgi ve görgümüzü kullansak, biz sorgulasak dünya çok daha güzel bir yer olurdu. Einstein "Çağımızda en küçük bir ön yargıyı yıkmak, atom çekirdeğini parçalamaktan daha zordur" demiş. Ne kadar doğru ve korkarım doğru olduğu kadar da can sıkıcı. Başka birinin fikrini koşulsuz şartsız kabul etmektense, sonunda ne olursa olsun, deneyimlemek çok daha güzel. Aslına bakarsanız insan kendi yaşadıklarından öğreniyor ne öğreniyorsa, özellikle de yaptığı hatalardan. Ön yargıların yerini, tecrübe edilmiş doğru bilgilere bırakma vakti gelmedi mi artık?
15 Mart 2012 Perşembe
VIP Kare
Ekaterinburg'a geldiğimden beri, bir VIP durumudur gidiyor. Şehre ayak bastığımın ertesi günü, Erdem ile bir kukla tiyatrosuna davetliydik. Öğrendiğim kadarıyla, geçen ay, Karagöz ve Hacivat gölge oyununu sergilemek üzere, Türkiye'den ziyaretçiler ağırlamışlar. Kaçırdığıma çok üzüldüm açıkçası, en son ne zaman ve nerede izlediğimi bile hatırlayamıyorum. Şayet burada izleyebilseydim, şahane bir ironi olacaktı.
Bu davete, Rusya'ya geldiğimin ertesi günü katıldığımı düşünürsek, Rusça bilgimin sınırlarını uzun uzun tasvir etmeye gerek olmadığını düşünüyorum. Ekaterinburg gerçeğini henüz o anlarda bilmememe rağmen, kısa bir süre sonra farkına varacaktım ki, İngilizce burada çok yaygın bir dil değil. Rusçamın acilen gelişmesi gerektiğini bilmediğim bu neşeli dakikaların sonunda, tiyatronun kapısına ulaşmıştık. Biletimizi gören bir hanım, eliyle buyur edip, yürümeye başladı ve böylece kendisini takip ettik. Yaşasın evrensel vücut dili. Yürürken, sürekli konuşuyor ve eliyle birşeyler işaret ediyordu. Söylediklerinden zerre birşey anlamadım ancak kendisi konuşmayı hiç bırakmadı. Bilirsiniz, dilini hiç bilmeyen insanlar ile yavaş yavaş konuşup, elleriyle tasvir edince, anlaşıldıklarını zanneden bir zümre var. İnanırlar ve kararlıdırlar. Hiç kimse onları durduramaz. Birden bir odanın içinde son buldu yürüme ve konuşma. İçeride bir garson, bir kare masa, masanın üzerinde bir sürü ordörv, meyve, içecekler ve masanın etrafında beş kişi. Sonradan kukla tiyatrosunun müdürü olduğunu öğrendiğim kişi, büyük bir sevinçle karşıladı bizi ve tercüman yardımıyla konuşabildik. Odada bizden başka, Çin Konsolosu ve eşi ile Amerikan Konsolosluğundan bir ataşe ve eşi de vardı. Bizi de eklerseniz, durum ilk başlarda fıkraya dönmedi değil. Çinliler biraz mesafeli ve soğuk olmalarına karşın, nezaket içindeydiler ancak yine de gülümsememe karşın bir gülümseme alabildiğimi söyleyemeyeceğim. Amerikalılar ise klasik rahattılar. Biz konuşurken içeri iki, üç kişi daha geldi. Tercümanımıza göre gelenler yönetmen ve sanat direktörleriydi. Çaresiz inandık. Bir müddet sonra, bir çeşit ön gösteri için, bizi tiyatronun fuayesine aldılar. Tiyatroya davetli olduğumuz gün, sevgililer gününden iki gün önce olunca, tema malum, "Aşk". Merakla nasıl bir gösteri olacağını bekliyoruz. Nihayet kapılar açılıp yerimize geçince, enteresan bir defile-tiyatro-kukla gösterisi izledik. Show bitince, tekrar VIP odasına geri döndük, tiyatro müdürüne övgü ve teşekkürlerimizi sunup, oradan ayrıldık.
Geçen hafta da operaya davetliydik. Giachino Rossini'nin "Le Comte Ory" si sahneleniyordu. Operaya ulaştığımızda, birden kendimizi en ön sırada bulduk ve sonra hemen yine bir odaya alındık. Yine VIP, hep VIP. Yine kare masa, yine garson ve yine başka VIP'ler. Ancak bu sefer Opera müdürü bizi "Merhaba" diyerek karşıladı. Çok dokunaklıydı. Meğer Alanya'da evi varmış, neredeyse Türkiye'nin her bir köşesini gezmiş ve bizim Rusça konuşabildiğimiz kadar, o da Türkçe konuşabiliyormuş. Bu sefer VIP odasındaki herkes Rus, tatlı tatlı Rusça konuşuyorlar. Bir ara, Opera müdürü, tercümanı eşliğinde birşeyler anlattı. Tercümanın bol duraksamaları ve kendinden hiç emin olmayan tavırlarını göz önünde bulundurarak, Opera müdürüne söylememiş olduğu şeyler için teşekkür etmiş olabiliriz. Tercüman kullanan politikacıları düşünebiliyor musunuz? Tüm konuşulanlar tamamen yanlış tercüme ediliyor olabilir. Konuşulanlara dayanarak, o sırada ülkeler adına ciddi kararlar veriyorlar. İnanılmaz değil mi? Her neyse, masanın etrafındaki Ruslar kendi aralarında konuşmaya devam ediyorlardı. Arada sırada anlayabildiğim, tek tük kelimeleri bir araya getirme çabalarıma bir son verdiğimde, neyseki zil çaldı ve yerlerimize döndük. Opera başladı ve keyifle izledik. lk bölümün bitişi ile VIP salonuna geri döndük. Kendime bir kahve alıp, Erdem ile konuşmaya başlamıştım ki bir anda tüm masanın ilgisi bize çevrildi. Sanıyorum opera eserinin bir İtalyana ait olması dolayısıyla, bizim İtalyan olup olmadığımızı soruyorlardı. Erdem hemen El-Turco olduğumuzu ilan etti salona. Meşhur bir Türk operetimiz olmadığından olacak, konu hızla İtalyan opera eserlerine geri döndü. En azından konuyu anladığıma sevinirken ikinci bölüm için yine zil çaldı. Güzel bir eserdi, bitince alkışlar susmadı. Tek kelime konuşmadığımız herkes ile vedalaşmak için tekrar VIP salonuna geri döndük, herkesi nazikçe selamladık ve operadan ayrıldık.
Şimdi düşünüyorum da, Türkiye'de yaşayan expatların durumu da bizim gibi midir? Hiçbirşey anlamadan, o davet senin, bu davet benim gezip bir ülke ve orada yaşananlar hakkında bilgi sahibi olmak imkansız. Ne olursa olsun, o ülkenin dilini öğrenmek lazım, aksi takdirde herkes kendi küçük dünyasına mahkum..
Bu davete, Rusya'ya geldiğimin ertesi günü katıldığımı düşünürsek, Rusça bilgimin sınırlarını uzun uzun tasvir etmeye gerek olmadığını düşünüyorum. Ekaterinburg gerçeğini henüz o anlarda bilmememe rağmen, kısa bir süre sonra farkına varacaktım ki, İngilizce burada çok yaygın bir dil değil. Rusçamın acilen gelişmesi gerektiğini bilmediğim bu neşeli dakikaların sonunda, tiyatronun kapısına ulaşmıştık. Biletimizi gören bir hanım, eliyle buyur edip, yürümeye başladı ve böylece kendisini takip ettik. Yaşasın evrensel vücut dili. Yürürken, sürekli konuşuyor ve eliyle birşeyler işaret ediyordu. Söylediklerinden zerre birşey anlamadım ancak kendisi konuşmayı hiç bırakmadı. Bilirsiniz, dilini hiç bilmeyen insanlar ile yavaş yavaş konuşup, elleriyle tasvir edince, anlaşıldıklarını zanneden bir zümre var. İnanırlar ve kararlıdırlar. Hiç kimse onları durduramaz. Birden bir odanın içinde son buldu yürüme ve konuşma. İçeride bir garson, bir kare masa, masanın üzerinde bir sürü ordörv, meyve, içecekler ve masanın etrafında beş kişi. Sonradan kukla tiyatrosunun müdürü olduğunu öğrendiğim kişi, büyük bir sevinçle karşıladı bizi ve tercüman yardımıyla konuşabildik. Odada bizden başka, Çin Konsolosu ve eşi ile Amerikan Konsolosluğundan bir ataşe ve eşi de vardı. Bizi de eklerseniz, durum ilk başlarda fıkraya dönmedi değil. Çinliler biraz mesafeli ve soğuk olmalarına karşın, nezaket içindeydiler ancak yine de gülümsememe karşın bir gülümseme alabildiğimi söyleyemeyeceğim. Amerikalılar ise klasik rahattılar. Biz konuşurken içeri iki, üç kişi daha geldi. Tercümanımıza göre gelenler yönetmen ve sanat direktörleriydi. Çaresiz inandık. Bir müddet sonra, bir çeşit ön gösteri için, bizi tiyatronun fuayesine aldılar. Tiyatroya davetli olduğumuz gün, sevgililer gününden iki gün önce olunca, tema malum, "Aşk". Merakla nasıl bir gösteri olacağını bekliyoruz. Nihayet kapılar açılıp yerimize geçince, enteresan bir defile-tiyatro-kukla gösterisi izledik. Show bitince, tekrar VIP odasına geri döndük, tiyatro müdürüne övgü ve teşekkürlerimizi sunup, oradan ayrıldık.
Geçen hafta da operaya davetliydik. Giachino Rossini'nin "Le Comte Ory" si sahneleniyordu. Operaya ulaştığımızda, birden kendimizi en ön sırada bulduk ve sonra hemen yine bir odaya alındık. Yine VIP, hep VIP. Yine kare masa, yine garson ve yine başka VIP'ler. Ancak bu sefer Opera müdürü bizi "Merhaba" diyerek karşıladı. Çok dokunaklıydı. Meğer Alanya'da evi varmış, neredeyse Türkiye'nin her bir köşesini gezmiş ve bizim Rusça konuşabildiğimiz kadar, o da Türkçe konuşabiliyormuş. Bu sefer VIP odasındaki herkes Rus, tatlı tatlı Rusça konuşuyorlar. Bir ara, Opera müdürü, tercümanı eşliğinde birşeyler anlattı. Tercümanın bol duraksamaları ve kendinden hiç emin olmayan tavırlarını göz önünde bulundurarak, Opera müdürüne söylememiş olduğu şeyler için teşekkür etmiş olabiliriz. Tercüman kullanan politikacıları düşünebiliyor musunuz? Tüm konuşulanlar tamamen yanlış tercüme ediliyor olabilir. Konuşulanlara dayanarak, o sırada ülkeler adına ciddi kararlar veriyorlar. İnanılmaz değil mi? Her neyse, masanın etrafındaki Ruslar kendi aralarında konuşmaya devam ediyorlardı. Arada sırada anlayabildiğim, tek tük kelimeleri bir araya getirme çabalarıma bir son verdiğimde, neyseki zil çaldı ve yerlerimize döndük. Opera başladı ve keyifle izledik. lk bölümün bitişi ile VIP salonuna geri döndük. Kendime bir kahve alıp, Erdem ile konuşmaya başlamıştım ki bir anda tüm masanın ilgisi bize çevrildi. Sanıyorum opera eserinin bir İtalyana ait olması dolayısıyla, bizim İtalyan olup olmadığımızı soruyorlardı. Erdem hemen El-Turco olduğumuzu ilan etti salona. Meşhur bir Türk operetimiz olmadığından olacak, konu hızla İtalyan opera eserlerine geri döndü. En azından konuyu anladığıma sevinirken ikinci bölüm için yine zil çaldı. Güzel bir eserdi, bitince alkışlar susmadı. Tek kelime konuşmadığımız herkes ile vedalaşmak için tekrar VIP salonuna geri döndük, herkesi nazikçe selamladık ve operadan ayrıldık.
Şimdi düşünüyorum da, Türkiye'de yaşayan expatların durumu da bizim gibi midir? Hiçbirşey anlamadan, o davet senin, bu davet benim gezip bir ülke ve orada yaşananlar hakkında bilgi sahibi olmak imkansız. Ne olursa olsun, o ülkenin dilini öğrenmek lazım, aksi takdirde herkes kendi küçük dünyasına mahkum..
7 Mart 2012 Çarşamba
Ekaterinburg -14 Ilık?
Geçen hafta bilgisayarımda birşeyler ararken, gözüm hava durumuna takıldı. Tarayıcı çubuğuna Ekaterinburg hava durumunu eklerken, İstanbul'dan kopmamak gibi tuhaf bir isteğe karşı gelemeyip, silememiştim. Şu anda tarayıcımda sürekli görünen İstanbul'un hava durumu. Ancak tıklanıp açıldığında ve ileri tuşuna basıldığında yaşadığım yerin hava durumunu da görebiliyorum. Zahmet edip, Ekaterinburg hava durumuna baktığımda, şahane dereceler gördüğüm için, ilk etapta bir nevi kalp krizi önlemesi de oldu aslına bakarsanız. Zamanla çoklu eksilere alıştı gözüm. Bilmeyenler için ufak bir dipnot, Ekaterinburg'a yerleşeli neredeyse dört hafta oldu. Eş dost soruları genel olarak aynı, "Alıştın mı?" Açıkçası, halen tatilde gibi hissettiğimi, gerçekten burada yaşıyor olduğumu henüz idrak edemediğimi itiraf ediyorum. Beynim kendini bir ara bitecek bir tatilde zannediyor, ben de çok üstüne gitmiyorum. Şimdilik bol eksili hava durumuna alıştım diyelim. Derin araştırmalarım neticesinde öğrendiğim kadarıyla, Mayıs sonuna kadar kar yağabiliyormuş burada. Üstelik Mayıs ortasına kadar da muhakkak yağıyormuş. Uzun senelerdir İstanbul'da yaşayan bir İzmirli için Mayıs ne demektir bilir misiniz? Montların kesinkes atıldığı, gündüzleri ince bir sweatshirt hatta t-shirt ile rahat rahat yaşamınızı sürdürebileceğiniz, ince mont veya ceketinize sadece bazı serin akşamlarda ihtiyaç duyduğunuz bir ay. Şayet 23 Nisan da girilmediyse, 19 Mayıs ta yılın ilk denize girişi gerçekleşebilir. Burada ise kar yağacakmış. Mayıs boyunca kazaklar ve paltolarla dolaşacağım. Soru neydi, evet evet alışıyorum..
Ne diyordum, hava durumuna takılmıştı gözüm. "Istanbul -1 Kar yağışı". Bir de Ekaterinburg'a bakalım diye düşünürken, elim çoktan ileri tuşuna basmıştı bile. Bir an bir yanlışlık oldu herhalde diye geçirdim içinden ve geri tuşuna bastım, sonra tekrar ileriye. Hava durumu hiç taviz vermedi, kararlı, hep aynı ibareyi gösterdi durdu ondan sonraki bir iki denemede de. "Ekaterinburg -14 Ilık". Haliyle donuk yüzümdeki kaslar birden gevşedi ve bir kahkaha koptu önce. Sonra da ardı arkası kesilmeyen sorgulama. Ilık? Pardon ama ılık derken? Gerçekten -14 dünyanın hangi kesminde ılık diye algılanabilir? Kutuplar bölgesi ve eskimolar için gerçekten ılık bir derece olabilir ama bir yarı İzmir yarı İstanbullu için bildiğin soğuk, hatta çok soğuk. Veriler uluslararası bir kuruluş tarafından sağlanıyormuş. Onların, şehirlerin sıcaklık derecelerini bildirirken, bu yorumları yapmadığını varsayarak, bu yorumu yapanları önce mantığa, sonra yazmadan önce bir kez daha düşünmeye davet ediyorum. -14 ılık?? Standart ve genel geçer kurallara ne oldu? Yoksa şehre göre mi karar veriyorlar bu yorumları yaparken? Ekaterinburg için ılık bir derece mi bu? Aslına bakarsanız, şu anda sıcaklıklar burada normalin üzerindeymiş. -25 ila -40 derece arasında olmalıymış şu sıralar. Bu dönemde -14 Ekaterinburg için ılık olarak kabul ediliyor olabilir gibi görünse de, su 0 derecede donar diyeceğim ama onu da yalanladılar geçenlerde. Okumuşsunuzdur belki, su sıfırın altında 48 santigrat derecede donuyormuş aslında. Bizim dönemimiz böyle işte. Yıllarımızı bu yalan yanlış bilgiler doğru diye öğrenerek geçirdik, şimdi hepsi birer birer yalanlanıyor. Akla hemen gelen, yumurta. Kolestrolü yükseltir yanlış bilgisiyle, belli bir yaşın üzerinde olan bir kesim yıllarca yumurta yemedi. Bu bilgi de çürütüldü ve belki hatırlarsınız yumurtadan özür dilendi. Sonra tereyağ ve kırmızı et sağlığa zararlı meselesi. Bunu da Kanadalı bilimadamları imdada yetişerek çürüttüler. Fazla tüketilmediği müddetçe, kalp ve kolestrol sorunları da yoksa, tereyağ ve kırmızı etin sağlığa özel bir zararı olmadığı açıklandı. Hadi bakalım. Okul bilgilerime dayanarak yazıyorum, Albert Einstein'a göre hiçbirşey ışıktan hızlı hareket edemez. CERN deki son deneylerde ise atomdan küçük partiküllerin ışık hızını aştıkları belirtildi. Gerçi henüz tamamen kabul etmediler ve halen araştırdıklarını söylüyorlar, ancak belli başlı fizik yasalarını alt üst edecek bir bulguya varmış durumdalar. İnsan bazen kime, neye inanacağını bilemiyor. Bugün çok doğru olan, yarın en yanlış bilgi olabiliyor yada tam tersi. Şurası kesin, kim ne derse desin, -14 ılık değildir. İşte buna kesinlikle inanıyorum, zira -14 ü iliklerimde hissedebiliyorum. Hissettiklerimi de kesinlikle "ılık" kavramı ile açıklamam mümkün değil. Daha ziyade "buz gibi" ibaresi son derece gerçekçi diyebilirim. Aksini kanıtlayacak bir bilim adamı varsa, kendisini Ekaterinburg'a davet ediyorum.
Ne diyordum, hava durumuna takılmıştı gözüm. "Istanbul -1 Kar yağışı". Bir de Ekaterinburg'a bakalım diye düşünürken, elim çoktan ileri tuşuna basmıştı bile. Bir an bir yanlışlık oldu herhalde diye geçirdim içinden ve geri tuşuna bastım, sonra tekrar ileriye. Hava durumu hiç taviz vermedi, kararlı, hep aynı ibareyi gösterdi durdu ondan sonraki bir iki denemede de. "Ekaterinburg -14 Ilık". Haliyle donuk yüzümdeki kaslar birden gevşedi ve bir kahkaha koptu önce. Sonra da ardı arkası kesilmeyen sorgulama. Ilık? Pardon ama ılık derken? Gerçekten -14 dünyanın hangi kesminde ılık diye algılanabilir? Kutuplar bölgesi ve eskimolar için gerçekten ılık bir derece olabilir ama bir yarı İzmir yarı İstanbullu için bildiğin soğuk, hatta çok soğuk. Veriler uluslararası bir kuruluş tarafından sağlanıyormuş. Onların, şehirlerin sıcaklık derecelerini bildirirken, bu yorumları yapmadığını varsayarak, bu yorumu yapanları önce mantığa, sonra yazmadan önce bir kez daha düşünmeye davet ediyorum. -14 ılık?? Standart ve genel geçer kurallara ne oldu? Yoksa şehre göre mi karar veriyorlar bu yorumları yaparken? Ekaterinburg için ılık bir derece mi bu? Aslına bakarsanız, şu anda sıcaklıklar burada normalin üzerindeymiş. -25 ila -40 derece arasında olmalıymış şu sıralar. Bu dönemde -14 Ekaterinburg için ılık olarak kabul ediliyor olabilir gibi görünse de, su 0 derecede donar diyeceğim ama onu da yalanladılar geçenlerde. Okumuşsunuzdur belki, su sıfırın altında 48 santigrat derecede donuyormuş aslında. Bizim dönemimiz böyle işte. Yıllarımızı bu yalan yanlış bilgiler doğru diye öğrenerek geçirdik, şimdi hepsi birer birer yalanlanıyor. Akla hemen gelen, yumurta. Kolestrolü yükseltir yanlış bilgisiyle, belli bir yaşın üzerinde olan bir kesim yıllarca yumurta yemedi. Bu bilgi de çürütüldü ve belki hatırlarsınız yumurtadan özür dilendi. Sonra tereyağ ve kırmızı et sağlığa zararlı meselesi. Bunu da Kanadalı bilimadamları imdada yetişerek çürüttüler. Fazla tüketilmediği müddetçe, kalp ve kolestrol sorunları da yoksa, tereyağ ve kırmızı etin sağlığa özel bir zararı olmadığı açıklandı. Hadi bakalım. Okul bilgilerime dayanarak yazıyorum, Albert Einstein'a göre hiçbirşey ışıktan hızlı hareket edemez. CERN deki son deneylerde ise atomdan küçük partiküllerin ışık hızını aştıkları belirtildi. Gerçi henüz tamamen kabul etmediler ve halen araştırdıklarını söylüyorlar, ancak belli başlı fizik yasalarını alt üst edecek bir bulguya varmış durumdalar. İnsan bazen kime, neye inanacağını bilemiyor. Bugün çok doğru olan, yarın en yanlış bilgi olabiliyor yada tam tersi. Şurası kesin, kim ne derse desin, -14 ılık değildir. İşte buna kesinlikle inanıyorum, zira -14 ü iliklerimde hissedebiliyorum. Hissettiklerimi de kesinlikle "ılık" kavramı ile açıklamam mümkün değil. Daha ziyade "buz gibi" ibaresi son derece gerçekçi diyebilirim. Aksini kanıtlayacak bir bilim adamı varsa, kendisini Ekaterinburg'a davet ediyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)