Ekaterinburg'a geldiğimden beri, bir VIP durumudur gidiyor. Şehre ayak bastığımın ertesi günü, Erdem ile bir kukla tiyatrosuna davetliydik. Öğrendiğim kadarıyla, geçen ay, Karagöz ve Hacivat gölge oyununu sergilemek üzere, Türkiye'den ziyaretçiler ağırlamışlar. Kaçırdığıma çok üzüldüm açıkçası, en son ne zaman ve nerede izlediğimi bile hatırlayamıyorum. Şayet burada izleyebilseydim, şahane bir ironi olacaktı.
Bu davete, Rusya'ya geldiğimin ertesi günü katıldığımı düşünürsek, Rusça bilgimin sınırlarını uzun uzun tasvir etmeye gerek olmadığını düşünüyorum. Ekaterinburg gerçeğini henüz o anlarda bilmememe rağmen, kısa bir süre sonra farkına varacaktım ki, İngilizce burada çok yaygın bir dil değil. Rusçamın acilen gelişmesi gerektiğini bilmediğim bu neşeli dakikaların sonunda, tiyatronun kapısına ulaşmıştık. Biletimizi gören bir hanım, eliyle buyur edip, yürümeye başladı ve böylece kendisini takip ettik. Yaşasın evrensel vücut dili. Yürürken, sürekli konuşuyor ve eliyle birşeyler işaret ediyordu. Söylediklerinden zerre birşey anlamadım ancak kendisi konuşmayı hiç bırakmadı. Bilirsiniz, dilini hiç bilmeyen insanlar ile yavaş yavaş konuşup, elleriyle tasvir edince, anlaşıldıklarını zanneden bir zümre var. İnanırlar ve kararlıdırlar. Hiç kimse onları durduramaz. Birden bir odanın içinde son buldu yürüme ve konuşma. İçeride bir garson, bir kare masa, masanın üzerinde bir sürü ordörv, meyve, içecekler ve masanın etrafında beş kişi. Sonradan kukla tiyatrosunun müdürü olduğunu öğrendiğim kişi, büyük bir sevinçle karşıladı bizi ve tercüman yardımıyla konuşabildik. Odada bizden başka, Çin Konsolosu ve eşi ile Amerikan Konsolosluğundan bir ataşe ve eşi de vardı. Bizi de eklerseniz, durum ilk başlarda fıkraya dönmedi değil. Çinliler biraz mesafeli ve soğuk olmalarına karşın, nezaket içindeydiler ancak yine de gülümsememe karşın bir gülümseme alabildiğimi söyleyemeyeceğim. Amerikalılar ise klasik rahattılar. Biz konuşurken içeri iki, üç kişi daha geldi. Tercümanımıza göre gelenler yönetmen ve sanat direktörleriydi. Çaresiz inandık. Bir müddet sonra, bir çeşit ön gösteri için, bizi tiyatronun fuayesine aldılar. Tiyatroya davetli olduğumuz gün, sevgililer gününden iki gün önce olunca, tema malum, "Aşk". Merakla nasıl bir gösteri olacağını bekliyoruz. Nihayet kapılar açılıp yerimize geçince, enteresan bir defile-tiyatro-kukla gösterisi izledik. Show bitince, tekrar VIP odasına geri döndük, tiyatro müdürüne övgü ve teşekkürlerimizi sunup, oradan ayrıldık.
Geçen hafta da operaya davetliydik. Giachino Rossini'nin "Le Comte Ory" si sahneleniyordu. Operaya ulaştığımızda, birden kendimizi en ön sırada bulduk ve sonra hemen yine bir odaya alındık. Yine VIP, hep VIP. Yine kare masa, yine garson ve yine başka VIP'ler. Ancak bu sefer Opera müdürü bizi "Merhaba" diyerek karşıladı. Çok dokunaklıydı. Meğer Alanya'da evi varmış, neredeyse Türkiye'nin her bir köşesini gezmiş ve bizim Rusça konuşabildiğimiz kadar, o da Türkçe konuşabiliyormuş. Bu sefer VIP odasındaki herkes Rus, tatlı tatlı Rusça konuşuyorlar. Bir ara, Opera müdürü, tercümanı eşliğinde birşeyler anlattı. Tercümanın bol duraksamaları ve kendinden hiç emin olmayan tavırlarını göz önünde bulundurarak, Opera müdürüne söylememiş olduğu şeyler için teşekkür etmiş olabiliriz. Tercüman kullanan politikacıları düşünebiliyor musunuz? Tüm konuşulanlar tamamen yanlış tercüme ediliyor olabilir. Konuşulanlara dayanarak, o sırada ülkeler adına ciddi kararlar veriyorlar. İnanılmaz değil mi? Her neyse, masanın etrafındaki Ruslar kendi aralarında konuşmaya devam ediyorlardı. Arada sırada anlayabildiğim, tek tük kelimeleri bir araya getirme çabalarıma bir son verdiğimde, neyseki zil çaldı ve yerlerimize döndük. Opera başladı ve keyifle izledik. lk bölümün bitişi ile VIP salonuna geri döndük. Kendime bir kahve alıp, Erdem ile konuşmaya başlamıştım ki bir anda tüm masanın ilgisi bize çevrildi. Sanıyorum opera eserinin bir İtalyana ait olması dolayısıyla, bizim İtalyan olup olmadığımızı soruyorlardı. Erdem hemen El-Turco olduğumuzu ilan etti salona. Meşhur bir Türk operetimiz olmadığından olacak, konu hızla İtalyan opera eserlerine geri döndü. En azından konuyu anladığıma sevinirken ikinci bölüm için yine zil çaldı. Güzel bir eserdi, bitince alkışlar susmadı. Tek kelime konuşmadığımız herkes ile vedalaşmak için tekrar VIP salonuna geri döndük, herkesi nazikçe selamladık ve operadan ayrıldık.
Şimdi düşünüyorum da, Türkiye'de yaşayan expatların durumu da bizim gibi midir? Hiçbirşey anlamadan, o davet senin, bu davet benim gezip bir ülke ve orada yaşananlar hakkında bilgi sahibi olmak imkansız. Ne olursa olsun, o ülkenin dilini öğrenmek lazım, aksi takdirde herkes kendi küçük dünyasına mahkum..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder