Dün ruhani bir gün oldu. Şehrin önemli katedral ve kiliselerini dolaştık. Hepsi görkemli ve müthiş yapılar. Hem dıştan görünümleri, hem de, her birinin içinin güzelliği, gerçekten, insanın başını döndürüyor.
İlk durak, soğan görünümlü kubbeleriyle, Dökülen Kan Kilisesi (Church on Savior on the Spilled Blood). Bu kilise, aynı zamanda, Yeniden Diriliş Kilisesi (Church of the Resurrection of the Jesus Christ) olarak da biliniyor.
Kilise, Griboedov Kanalı'nın üzerinde bulunyor. Dökülen Kan Kilisesi denmesinin sebebi, 1881 yılında, Çar II. Alexander'ın tam olarak suikaste uğradığı yerde yapılmış olması. Kilisenin içinde, girişte sağda, toprak olarak bırakılmış bir alan ve onun üzerine inşa edilmiş bir anıt görebilirsiniz. Kilisenin, 81 metrelik en yüksek kubbesi, Çar'ın öldüğü yılı, 67 metrelik ikinci yüksek kubbesi ise, Çar'ın öldürüldüğü yaşı temsil ediyormuş. Kilisenin içindeki mozaikler göz kamaştırıcı. Toplam 7500 m2 lik mozaik alanı olduğu, ayrıca dünyadaki başka hiç bir kilisede, bu kadar çok mozaik çalışmasının olmadığı söyleniyor.
Church of the Savior on Blood
Church of the Savior on Blood
Church of the Savior on Blood
Church of the Savior on Blood
Church of the Savior on Blood
Kiliseden çıktıktan sonra, arka avlusundaki bir cafeye oturduk. İçi kadar, dışı da çok güzel demiştim hatırlarsınız. Şehrin genel mimarisi barok ve neo-klasik tarzında. Ancak bu kilise, Ortaçağ Rus mimarisinin etkisi altında yapılmış. İnsan seyretmeye doyamıyor. Yukarıda parlayan güneş, az bulutlu açık bir gökyüzü ve cafenin bir yanındaki kanal ve diğer yanında bulunan yemyeşil park da, ekstra bonus olarak keyfimize keyif kattı.
Sonraki hedefimiz Hermitage Müzesiydi. Hermitage, dünyanın en büyük ve en eski müzesi olarak da biliniyor. içinde yaklaşık üç milyon eser var. Müze aynı zamanda, dünyanın en büyük tablo koleksiyonuna da sahip. Ancak maalesef, Pazartesi günleri kapalı. Artık başka zaman deneyeceğiz.
Hermitage Müzesi
Müze kapalı olunca, hemen yakınındaki Saint Isaac Katedrali'ne yöneldik. Müzenin yanında bulunan parkın içinden, güzel ve iç açıcı bir yürüyüş ile, Saint Isaac'a vardık. Bilet kuyruğunda beklerken, binanın muhteşem dış alanından gözlerimi alamadım. Saint Isaac, en büyük Rus Ortodoks Kilisesi. Mimarisi, Bizans kilisesinin neo-klasik bir yorumu şeklinde özetleniyor. Katedralin en büyük kubbesi, 101,5 metre ve tamamen altınla kaplanmış. Tüm kuyruklardan sıyrılıp, içeri girdiğimizde, muhteşem güzellik karşısında, hep yukarıya bakma isteğinden, yürürken önüme pek bakamadım. Kolonlar, yerler ve birtakım heykeller, çeşitli renkte granit ve mermer taşlarla yapılmış. Çok sayıda etkileyici mozaik ve tablo var. Kubbenin içinde ise, 12 adet melek heykeli var. Birkaçı tadilattaydı. İçeride ayrıca, iki adet bronz kapı var ve her ikisi de muazzam bir şekilde işlenmiş. Uzun uzun incelemekten kendimi alıkoyamadım. Erdem ve Atakan kuleye tırmanıp, şehre oradan bakmak istediler. Gamze, ben ve Çağla, bu esnada, kilisenin içindeki güzellikleri incelemeye devam ettik.
Saint Isaac Katedrali
Saint Isaac Katedrali
Saint Isaac Katedrali - Bronz Kapı
Saint Isaac Katedrali
Saint Isaac Katedrali
Saint Isaac Katedrali
Saint Isaac Katedrali
Katedralden çıkınca, Saint Petersburg'un en çok bilinen caddesi olan, Nevsky'ye gittik. Bir yerde oturup, birşeyler atıştırdık. Sonra KE isimli, şeker, pasta, makaron, votka, peynir, zeytinyağı, reçel ve kurabiye de satın alabileceğiniz, aynı zamanda cafe olarak da faaliyet gösteren şahane bir dükkana girdik. İç dekorasyonu şahane ve içeride kendi kendine çalan bir piyano, tüm ziyaretçilerine, keyifli bir ortam sağlıyor. Oturacak yer bulamadığımız için, tatlılarımızı seçip, evde yemeye karar verdik. Saint Petersburg'a gelirseniz, Nevsky'deki bu rengarenk ve şahane tatların bulunduğu dükkana gelmemezlik yapmayın.
Nevsky Caddesinden Dökülen Kan Kilisesi Görünümü
KE
KE
KE
Bugün hava biraz serin, yağmurlu ve Erdem de Ekaterinburg'a dönüyor. Kapalı mekan faaliyetleri ile sakin bir gün geçeceğe benziyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder